1 Aralık 2008

Son trimestere girerken






Uzun zamandır blogu yine boşladım. Tam 2 ay geçmiş. Yolun yarısını geçeli çok oldu, 7.ayı devirdik. 28.haftaya yani son trimestere girmiş bulunuyorum. Ben de fiziksel olarak fazla bir değişiklik yok. Karnım başkalarının deyişiyle kiraz çekirdeği yutmuş gibi. Bundan sonrası için hamileliğin altın çağı bitti diyorlar. Yeni doğum yapanlar "bugünlerinin tadını çıkar, bol bol uyu" diyor. Ben de tavsiyeleri dinliyorum. Havanın da iyice kasvetlendiği yağmurlu Brüksel günlerinde bol bol uyuyorum, sabahları geç kalkmanın tadını çıkarıyorum. Hatta hala özgürce seyahat edebiliyorken iki araya bir dereye mümkün olduğu kadar gezme tozma sıkıştırıyorum. İki hafta önce Türkiye'deydik, bu hafta Belçika sınırları içinde Hasselt'te iki gün geçireceğim. Herşey yolunda giderse Noel haftası bir de Londra planımız var. Bebekten sonra şimdi burun kıvırdığım Cook&Book veya Woluwe Shopping'i bile mumla arayacağımı tahmin edebiliyorum. O yüzden bütün fırsatları değerlendiriyorum.


Bir yandan evdeki mecburi dekorasyon değişiklikleri sürüyor. Bebek odasının mobilyalarını aldık. Şimdi odayı hazırlayıp eşyaları monte etme zamanı. Brüksel'de birçok bebek mağazasını gezip sonunda eşyaları IKEA'dan almaya karar verdik. Sırf üzeri çiçekli böcekli diye aynı mobilyaya iki katı ödemeye değmeyeceğini düşünüyorum. Sadelikten yanayım. Bir prenses odası yaratmak niyetinde değilim. Odamız hazır olunca resimleri yayınlayacağım.




Bu sırada bir de 3d ultrason maceramız oldu. Belçika'da klasik iki boyutlu ultrason dışında 3 ve 4 boyutlu ultrasonlara gerek duyulmuyor. Türkiye'deki gibi işin fantazi kısmıyla ilgilenmiyor kimse. Rutin doktor kontrollerinde yaptıramayacağımız için biz de ayrı bir ultrason stüdyosuna gittik. Internette görüyordum hep 3d ultrason resimlerini. Bebekler doğduktan sonra da aynı simaya sahip oluyorlar genelde. Bir heves gittiğimiz ultrason merkezinde maalesef kızımız bize poz vermedi. Bacakları ve kolları yüzünü kapatmıştı. Karnıma bir süre masaj yapıldı belki inadından vazgeçer diye. Bir ara ellerini indirdiği sırada kısa bir süreliğine yüzünü görebildik. Daha detaylı bir seans için bu cumartesiye yeniden randevu almıştık. Bu sefer de pozisyon değiştirmiş ve yüzünü plasentaya dayamış. Biz de daha fazla ısrarcı olmadık, bebeği oynatmak için yeniden masaj yapılmasını reddettik. Onu içerde rahatsız etmeye kıyamadık. Kendisini görmek için Şubat'a kadar bekleyeceğiz...

10 Ekim 2008

Yolun yarısı


Günler çok çabuk geçiyor. Bayram seyran derken 20.haftayı bulduk. Ve yolu yarıladık. Şu anda 20+6'dayim. Neredeyse 21 hafta. Resimden de anlaşılacağı gibi cinsiyetimiz artık belli oldu. Bebeğimizin minik bir kız olduğu bir kez daha teyit edildi. Bize yine bir son dakika sürprizi yapmazsa tabii! Kızımızın iyi kötü bir gardrobu bile oluşmaya başladı şimdiden. Aslında biz hiç birşey almadık. 6.aya kadar da almamaya kararlıyız. Bunlar erken hediyeler. Bayramda bize gelen kuzenimin ve eşinin aldığı bu elbiseye bayıldım. Patikler ise onların 2 yaşındaki kızı Elif'e ait. Kuzenimin dediğine göre "eskisi olmayanın yenisi olmazmış." Dolabımızda bir rafı bebeğin kıyafetlerine ayırdık bile. Henüz kendi odası ve dolabı hazır değil tabii. Onlar için 7-8 aylık olmasını bekliyoruz.
Ben de değişiklikler hala çok belirgin değil. Görenler hamile olduğuma hala inanmıyor ama beni yakından tanıyanlar göbek faktörünün farkında. Hafta başında hastanede ebe ile randevum vardı. 1 ay sonra karnımın daha belirgin olacağını söyledi. Bu arada sadece 2.5 kg almışım. Fazla değil ama ebe bu konuda endişelenmemem gerektiğini söylüyor. Bebek sağlıklı olduktan sonra benim fazla kilo almamış olmam çok önemli değilmiş.
Karnımın içinde kıpırtılar giderek kuvvetlenmeye başladı. Hareketleri net olarak 2-3 haftadır hissediyorum zaten. Bizimki erken davrandı bu konuda. Çok hareketli olacağa benziyor. İlk zamanlarda belli belirsiz hissedilen seyirmeler giderek daha anlamlı hareketlere dönüşüyor. Hatta Gürol bile elini karnıma koyduğunda zaman zaman hissedebiliyor. Bazen de içimde kıpır kıpır olan bebek babasının elini hissettiği anda duruveriyor. Anında uykuya geçiyor :)
29 Ekim'de detaylı ultrasona gireceğim. Kızımızla 45 dakikalık bu randevumuzu iple çekiyoruz...

8 Eylül 2008

Kiz mi erkek mi?



Bebegimiz 16 haftalik oldu. Son kontrollere gore de herseyi yolunda, gelisimi normal. Hamileligimin 11-13.haftalari Turkiye'de oldugum zamana denk geldigi icin ikili testleri orada yaptirdim. Onun da sonuclari iyi cikti, rahatladik. Sagligi yonunde bir endisemiz kalmayinca tek merakimiza konsantre olduk. Bruksel'e donmeden bir gun once tekrar kontrole gittik. Doktorumuz erkek oldugunu mujdeledi. En bastan beri kiza konsantre olan ben bile doktordan cikinca duygulanip agladim. Oglum oluyordu! Heyecanlandik, bir saat icinde butun aileye, ese dosta guzel haberi verdik. Bruksel'de ise doktor randevum bugundu, iki ay onceden ayarladigim randevuyu yeni doktora gitmis olmamiza ragmen ertelemedim. Bize kalsa her gun o ekrandan onu seyretmek istiyoruz. Hani mumkun olsa Tom Cruise'un Katie Holmes'a yaptigi gibi biz de eve bir ultrason cihazi alacagiz.

Doktor "cinsiyetini merak ediyor musunuz?" diye sordu. Biz de kendimizden emin bir sekilde "zaten biliyoruz, erkekmis" diye cevap verdik. Ultrason odasina girdik, bebegimizi tekrar karsimiza alip hareketlerini seyretmeye dalmistik ki "it's a girl" lafiyla ruyadan uyandik! Ne!? Kiz mi? Nasil olur ama, daha uc gun once erkekti! Gurol'la birbirimize bakip gulusmeye basladik. Belcikali doktor uzun uzun bakip inceledikten sonra kesinlikle kiz olduguna kanaat getirdi. Kiz bebeklerin klitorisi bu donemlerde biraz sis oldugu icin oldugundan buyuk gorunebilirmis. Bu da penis olarak yorumlanmasina neden olurmus. Cogu zaman da kordonla karisabilecegini soyledi. Tabii cihazin kalitesi de onemli bir etken. Kendisi bu bir kiz ve erkege donusmeyeceginden eminim diyerek son noktayi koydu.

Yuzumuzde saskin bir gulumseme ve soru isaretleriyle ayrildik hastaneden. Bizim minik kus cok surprizli cikti. 20.haftaya kadar sanirim cinsiyetinden emin olamayacagiz. Bir sonraki kontrolde bir surpriz daha yapip ikiz filan da olur mu dersiniz?

1 Eylül 2008

Yeni yine yeniden


Son yazimdan bu yana tam 2 ay gecmis. Yazacak anlatacak cok sey birikti, elimi suremedim bloga. 6 haftalik Turkiye tatilimizin son haftasi. Bruksel'i ozledim mi? Hayir. Ama evimi ozledim. Turkiye, yaz olmasi itibariyle herhalde, bu sefer pek bir tatli geldi. Uzun sure kalinca iyice alistik. Sicaklardan sikayet ettik ama Bruksel'de yagmurlu kasvetli bir havanin bizi bekledigini dusundukce ayaklarim geri geri gidiyor. Ama bu sefer Bruksel'e donusumuzde ayri bir heyecan ve telas bizi bekliyor. Hayatimizdan birileri cikarken yeni bir aday ailemize katiliyor. Bedenime, yediklerime, ictiklerime, hislerime tam 15 haftadir ortak olan biri var artik. Henuz cinsiyetinden bile haberdar olmadigimiz bu minik kus insallah Subat'ta aramizda olacak. Kendisini dort gozle ve heyecanla bekliyoruz. Hamileligimin ilk aylarindan beri belirtileri hep minimumda hissettigim icin henuz olan bitenden birsey anlamadim. Karnim deseniz leblebi yutmus sinek gibi. Henuz kilo bile almadim. Turk kahvaltisi, kayinvalide yemekleri yarar diyordum ama maalesef kilo artisinda tik yok. Hamilelik sirasinda belirli bir kilo almanin onemini okudugum icin artik 500 gramin hesabini yapiyorum. Simdilik tarti 44'u gosteriyor. Ilerlemeleri gorecegiz. Bu cuma Turkiye'de son doktor kontrolume gidicem. 4.aya girecegim icin cinsiyetini ogrenmeyi umut ediyoruz. Haberleri bekleyin!


Bruksel'e donmeye hazirlanirken bloguma yeni bir yuz yaptim. Sade ve ferah olsun istedim. Yeni cehreli blogumu da modaya uyup hamilelik ve bebek bloguna donusturecegim.

1 Temmuz 2008

Tatilim geldi


Bugün Brüksel’in ender rastlanan sıcak günlerinden. Sabah 8.30’ta balkona çıktığımda hissettim sıcak hava dalgasını. Bu diyarlarda yazla ilişkimiz çok kalıcı degil ne yazık ki. Bugün yaz yarın sonbahar. Dolapta tiril tiril elbiseler Türkiye’yi bekleyedursun, Fransız Riviera'sının tam zamanı! Tatilden döneli iki ay oldu, zaman çabuk geçiyor. Ben Bodrum’un, Çeşme’nin hayalini kuruyorum şu sıralar ama Cote D’azur tatilimizi unutmak olmaz. Temmuz tam zamanı! Neyin mi? Cannes’in meşhur sahil boyu La Croisette’te salınmanın, St. Tropez’nin “jet-set” plajlarını keşfetmenin, Nice’in sokak pazarlarında taze meyve sebzelerin tadını çıkarmanın...
En son Avignon’da kalmıştık. Devam edelim... Cote D’azur civarinda otel fiyatlari sezon dışında bile cep yaktığı için biz kendimize daha uygun fiyatlı bir “apart-hotel” ayarlamıştık. 4 kişilik aileler için uygun bir odası, mutfağı, salonu var. Temizleme veya kahvaltı hizmeti yok. Yakındaki fırından ekmeğinizi alıp kahvaltınızı kendiniz hazırlıyorsunuz. Kaldığımız otellerin hiçbirinde kayda değer bir kahvaltıya rastlamadığımız için bu bize daha cazip geldi. Sabah kısa bir yürüyüşle markete gidip domates, peynir, ekmek alıp balkonda kahvaltımızı yapıyorduk. Sanki bir yazlık ev hissi vardı üstümüzde. Kaldığımız yer Eden Paradise, lokasyon Golfe Juan. Burası Cannes ve Antibes’in tam ortasında. Arabayla gidenler için ideal lokasyon. Ama araba yoksa trenle de aralarda ulaşım sağlanabilir.




Üç gece dört gün geçirdik Cote D’azur’da. Cannes, St.Tropez, Ramatuelle, Gassin, Nice, Antibes, St.Paul de Vence, Villefranche-sur-Mer bu kısacık seyahate sığdırdığımız şehir ve kasabalar. Benim mutlaka görülmesi gerekenler listem daha uzuyordu fakat zaman kısıtlı olduğu için bunlarla yetindik. En çok etkilendiğim yer deniz kenarı olmasa da inanılmaz şirin bir sanat kasabası olan St.Paul, yeşil ahşap panjurlarıyla Nice ve Antibes oldu.




Sezon itibariyle Cannes ve St.Tropez çok sakindi. Gerçek tadını alamadık. Tabii İtalya’ya dogru ilerlerken tepeden manzarasını ezberlediğimiz Monaco’yu ve sınır şehri Menton’u da unutmamak gerek. Bizimki bir yaz tatilinden çok bahar tatiliydi, deniz-kum tatili yapamadık. Güneşin altında yatmak yerine birçok farklı yeri görmeyi tercih ettik.

Sırada.... I found my love in Portofinoooo....

6 Haziran 2008

Tatil rotamız-Nihayet!


Şu meşhur tatili biraz daha yazmazsam sevgili blogger arkadaşlarım tarafından aforoz edileceğim. Aradan uzun bir süre geçti ama Brüksel’in şu anki havasına bakınca ( yağmurlu ve 14 derece) sere serpe güneşe teslim olduğumuz günleri özlüyorum. Merak edenler için işte tatil rotamız: İlk haftamız Lyon üzerinden Avignon ve Cote D’azur olmak üzere Fransa’ya ayrılmıştı. İkinci hafta ise İtalya’da Portofino ve Como. Tabii gönül daha fazla yer gezmek isterdi ama bizim 2 haftalık süremiz ve bütçemiz özet bir Akdeniz tatiline yetti. Her yeri detaylı gezmeye fırsatımız olmadı. Önceden planladığımız rotamızda olan birçok şehri sadece içinden arabayla geçmek suretiyle görmüş olduk. Monaco’ya tepeden bakıp birkaç kare manzara fotoğrafı çektik, Ventimiglia’da zeytinyağı alışverişi uzun sürdüğünden San Remo’da öğle yemeğini es geçtik. Kısaca evdeki hesap çarşıya uymuyor. Arabayla seyahatte trafik ve molalar tahmininizden daha fazla zaman tutuyor.
Yine de sıcak bir Akdeniz havası solumak, tiril tiril yazlık kıyafetlerle dolaşmak, nefis yemekler yemek, farklı kültürleri tanımak ve elini kolunu sallaya sallaya sınırları geçmek çok zevkliydi.
Fransa’da ilk durağımız Lyon’du. Brüksel’i biraz geç terk ettiğimiz için Lyon’a varmamız akşamı buldu. Fransızca’da “Bouchon” denilen tipik restoranlarından birinde yedik. Tabii Avrupa’da olduğumuzu unutup gece 10’da yemeğe çıkınca bir çok restoranın kapısından servis bitti diyerek geri çevrildik. Ertesi sabah Avignon’a yani Provence’a doğru yola çıktık. Otobanı kullanmayıp Rhone nehrinin kıyısından geze geze gitmeyi tercih ettik. Yol biraz uzun sürdü ve göbeklerden başımız döndü ama manzaralar müthişti.



Avignon, Provence bölgesinde etrafı surlarla çevrili küçük bir ortaçağ şehri. “Palais de Papes” ( Papalık Sarayı) ve her yıl Temmuz’da yapılan tiyatro festivali ile ünlü. Biz tiyatro festivaline yetişemedik ama şarap festivaline denk geldik. Yerel şaraplardan bol bol tattık. Provence bölgesinde görülecek daha birçok şehir ve kasaba var. Araştırdığım kitaplardan kabarık bir “görülecekler” listesi yapmıştım ama daha Cote d’Azur bizi bekliyordu. Sadece Fontaine de Vaucluse’u görmekle yetindik. Provence’ı bir başka tatilde daha detaylı gezmek üzere listeye aldık.
Kısa bir kaçamak yapmak isteyenler için 4-26 Temmuz arası yapılacak tiyatro festivali iyi bir fırsat olabilir. 28 Haziran’dan itibaren TGV’nin Güney Fransa promosyonları var. Sözüm Brüksel’dekilere... Mutlaka değerlendirin.


Cote d’Azur ve İtalya.... Bir sonraki yazıya

13 Mayıs 2008

Akdeniz'de tatilin dayanılmaz hafifliği

Cote D'Azur ve Italya'ya yaptığımız 10 günlük "erken yaz" tatilimizin detaylari pek yakinda burada...




4 Mart 2008

Pilates çırpınışlarım


Woluwe kizlari olarak kendimizi bir spora adadik ki sormayin! Kahve sohbetlerimizde spor salonu maceralarimizi anlatip kaslarimizi karsilastiriyoruz artik. Ama bu muhabbetlerde bir yanim eksik kaliyordu simdiye kadar. Herkes pilates maceralarini anlatiyor fakat ben bir turlu seytanin bacagini kirip pilatesi deneyememistim. Spor salonunda haftada iki gun pilates dersi var fakat ben daha once yasadigim tatsiz bir deneyimden dolayi bu derse girmeye korkuyordum nedense. Acaba bu toplu yapilan dersler bana gore degil mi diye dusundum. Yogada herkes nirvanaya ulasmisken ben bir turlu konsantre olamiyorum mesela. Ben bir yerde yanlis birsey yapiyorum diyerek sonunda bir pilates studyosunun kapisini calip ozel ders almaya karar verdim. Ilgi ve alaka bekliyordum belki de! Bir bonjour bir ca va :)
Bu sabah ilk pilates cirpinislarimi gerceklestirdim. Icimdeki zafer cigliklari yorgun kaslarin acisini bastiriyor artik. Hemen bir kahve bulusmasinda kritikler yapildi, ben de pilates ustune ahkam kesebiliyorum artik. Ilk baslarda cok zor gelse de zamanla gelisecegime inaniyorum. Artik dizi yerine evde pilates DVDsi seyrediyorum. Pek yakinda ben de bezelye kaslarim olmasini umit ediyorum...

25 Şubat 2008

İşte geldim, burdayım!

Yazılara bu kadar uzun süre ara verdiğim için “öfkeli kalabalık”lardan tepkiler geldi. Blog takipçilerim kusura bakmasın, bu aralar yoğunluktan bilgisayar başına oturup iki satır çiziktiremedim. Yoğunluğum tamamen keyfi tabii ki, bir işe filan girmedim henüz. Şu sıralar kendimi spora verdim. Daha doğrusu uzun bir zamandır spor salonu araştırmaya verdim. Bu konudaki çabalarımızı ve sonuçlarını buradan okuyabilirsiniz. Üstüne bir de arkadaş toplantıları, hafta sonu güzel havayı değerlendirme turları eklenince hayat burada hızla akıp geçmeye başladı. İlk geldiğimiz günlerde Fransızca kursumu vakit geçsin diye günün tam orta saatine alışım aklıma geldi. Ocak’tan beri ara vermiştim kursa, iki aydır eksikliğini bile hissetmedim. O kadar hızlı geçti günlerim. Kendimi sosyalleşmeye fazla kaptırdım anlayacağınız, Fransızca’yı uzun bir zamandır ihmal ettim. Neyse ki Mart ayından itibaren yeniden derse başlıyorum.
Güzel havalardan bahsetmeden geçemeyeceğim, Brüksel’de son 80 yılın en sıcak Şubat ayı yaşanıyormuş. İstanbul karlarla boğuşurken biz 17-18 dereceyi bulan sıcaklıklarda balkonumuzda güneşleniyoruz. Bu havada güneşlenmek giderek Belçikalılaştığımızın bir göstergesi sanırım :) Hafta sonları atıyoruz kendimizi en yakın sayfiye yerine, güneşin nimetlerinden faydalanmaya... Bünyem artık baharı çağırıyor, gözüm vitrinlerdeki tiril tiril kıyafetlerde. Çimlere yayılayım, parkta bisiklete bineyim, çiçek böcek içinde doğaya karışayım istiyorum. En çok da balkonuma ektiğim lalelerin çıkması için sabırsızlıkla baharı bekliyorum! Dün mis gibi bir hava ve pırıl pırıl güneş eşliğinde parkta yürüyüşe çıktık. Evimizin çok yakınında harika bir kafe varmış, biz daha yeni keşfettik. Brasserie des Etangs, göl manzaralı ve bahçeli bir kafe-restoran. Pazar günleri oldukça popüler oluyor sanırım, biz 15 dakika masa bekledik. Ben yemekleri de, servisi de beğendim. “Desperate housewifes” toplantılarımıza mekan olarak öneriyorum...




Cumartesi gunu Bruksel'de turistik gezi yapmaya karar verdik. Bir şehirde yaşamaya başladığınızda müze gezmek garip geliyor, daha öncelikli işleriniz oluyor. Şimdiye kadar hafta sonlarımızı genelde IKEA'da geçirdiğimiz için Brüksel'i etraflıca gezmeye fırsatımız olmamıştı :) Artık havalarda güzelleşti, biz de iyice yerleştik ya filmi başa sarıp ilk günkü gibi turist olduk. Geçen haftalarda Comic Strip Museum'a ( çizgi roman müzesi) gittik. Bu hafta ise meşhur Atomimum'daydık. Atomium 1958 yılında Expo fuarı için yapılmış. Brüksel'in en meşhur sembollerinden. Bir süredir burayı hala görememiş olmanın eksikliğini hissediyordum arkadaşlarla sohbetlerde. Sonunda gittim, gördüm, gezdim. 180 basamak çıkıp Brüksel'e bir de tepeden baktım :)

22 Ocak 2008

Evlerinin önü flamenko

Öykü ve Berk Gürman ikiz kardeşlerin "Evlerinin Önü Boyalı Direk" türküsünü flamenko tadında söylemelerine bayıldım! Taze albümlerinden Türkiye'den gelirken aldım. Eski şarkıları flamenko versiyonuyla söylemişler. Öykü'nün sesi olağanüstü. Eğitimli Yıldız Tilbe kıvamında. Beyaz Show'a da çıktılar geçen hafta. Hala keşfetmemiş olanlara duyurulur! Bizim evde şu sıralar sürekli bu çalıyor.

16 Ocak 2008

Istanbul’dan bildiriyorum


Bruksel'e yerlestik yerlesmesine ama pergel gibi bir bacagimiz hep Turkiye'de. Dort ayda bu ikinci Hacli Seferi'miz. Is seyahati bahane, memleket havasi almak sahane de... Ben yerimizde oturamamaktan sikayetciyim. Kocam, is geregi bir pilottan farksiz seyahat ediyor. Pat orada pat burada. Mesela su anda Kazakistan'da. Gurbet ellerde tek basima iki hafta gecirmeyi goze alamayan ben ise Istanbul'dayim. Yurtdisinda kisa bir sure kalip Istanbul���a dondugunde onu bunu elestirenlere sinir olurdum eskiden. Ama ben de onlardan biri oldum ciktim. Hem de sadece dort ayda. Insan yasadigi sehrin ne kadar yorucu oldugunun icindeyken farkina varmiyormus. Gecen gelisimde de ayni seyi soylemistim yine ustune basa basa soyluyorum: bu Istanbul adami yoruyor, kalabalik ustune ustune geliyor, trafik cileden cikariyor, hele yagmur yagdimi sanki hayat duruyor! Gorulen o ki ben Bruksel'in sakinligine iyice alismaya baslamisim. Oradayken burayi ozledigim kadar buradayken de orayi ozluyorum... Daha birkac gun buralardayim ama simdiden Bruksel'e donunce yapacaklarimin listesini yapiyorum. Once bunyeye bir "rest" yapmak lazim, uzun zamandir ustume yapisan miskinlikten kurtulmak icin. Bugun bulustugum bir arkadasim gozlerimin eskisi gibi isildamadigini soyledi. Bu fena halde aklima takildi aksam aksam. Stresli desen degilim, yorgun desen hic degilim. Birkac aydir hicbir sey yapmamaktan gozumun feri gitti demek. Doner donmez spora baslamaya kararliyim. Pilates, yoga, yuzzme.... Ne olursa! Fransizca kursuna bir aydir ara verdim. Kaldigim yerden tam hiz devam edip dilimin pasini atmaliyim. Bir pasta-cila yapip en kisa zamanda yeniden isildamaliyim....